ATATÜRK’ün SOFRASI
Halûk Ertürk
Çok merak edilen, spekülatörler tarafından da oldukca çok yazılıp konuşulan bir ortamdır Atatürk’ün Sofrası.
Bugün sizlere, Onun sofrasında bulunabilme bahtiyarlığa erişmişlerin ağzından, yazdıkları hatıralardan, Oğuz Atay tarafından derlenmiş bir kitapdan alıntılar yaparak anlatacağım.
Faruk Nafiz Çamlıbel der ki “İhtilalden inkılaba, ziraatten sanaiye ve ilimden sanata kadar, bütün davaların harp meydanı bu sofra idi. Güneşe ve hakikate doğru istikamet almak endişesi yine burada hatıra gelmişti.”
“Cemiyetci bir adamdı; ve cemiyetli bir adamdı… Sofrası yiyim içim yeri değil, asıl öğrenim yeri idi. Kendisi için “alim değildi” denirdi ama, bana ne, O alim değilse bile muhakkak ki, en yüksek anlamıyla, arifti ya…” diyor Ruşen Eşref Ünaydın.
Kılıç Ali : “ Atatürk’ün sofrası bir yemek sofrası, bir içki sofrası, bir eğlence sofrası değil; bir nevi akademi, adeta bir nevi dersane idi.” “Sofranın karşısında daima büyük bir kara tahta, üzerinde tebeşir ile silgisi hazır bir halde bulunurdu. Bu sofrada dahili politika, harici politika, iktisadi politika, tarih, dil, coğrafya gibi ilmi mevzular, günün mühim davaları, nice inkilap hareketleri ve buna benzer her çeşit milli meseleler görüşülmekte idi. Sofrada herkes açık konuşur, herkes fikir ve düşüncelerini söyler, herkes kendi tezini müdafaa eder, hatta Atatürk lüzum gördüğü zaman kararlar bile ittihaz edilirdi.”
“Sofrada konuşulmayan, konuşulmasına müsaade etmedikleri tek şey, dedikodu mevzuları idi. Kusurları, kabahatleri daima insanların yüzlerine söyler, bazen fevkalade asabileşirlerdi. Fakat haksız yere kızdığı, hiddetlendiği asla görülmezdi. Kin, garez, hele intikam bilmedikleri ve daima nefret ettikleri şeylerdi” der Kılıç Ali.. “Bir gün biri gelip kendisine diğeri alehinde söz söyle, dedikodu yaparsa söyeleneni dikkatle dinler, fakat o akşam sofrada alehinde söylenen zatı da bulundurarak julnalciliği yapana : ‘Bu zat hakkında bir şey söylemiştin, onu burada bir defa daha tekrar edermisin’ diyerek adamı berbat ederdi.”
Fahrettin Altay : “ Atatürk’ün sofrası bir meşveret (danışma) topluluğu vazifesi görürdü. Herhangi bir sorunun çözülmesinde Atatürk, o işin ehli olan kişileri sofraya davet eder, onlara hissettirmeden konuşturur, düşüncelerini öğrenir ve gene hiçbir şey söylemeden işin doğrusunu bulduğuna kani olunca kararını verirdi. Tartışma ve konuşmaları dikkatle dinlerdi” der…
Hakkı Tarık Us: “ Gazi’nin sofrasında doyan bütün bir maneviyattır” demektedir.
Ruşen Eşref Ünaydın : “ ….. en keyifli anında bile üzerinden eksilmeyen kibar ruhlu ev sahibi nazikliği gösterdiği; üstünlük vekarından bir zerre fede etmemekle beraber misafirlerine ağır basacak, kendinden küçüklerini, varlığı ile ezebilecek bir tavır takınmaktan da sakınarak bizlere akranlık muamelesi ettiği ……”
Bilgiye çok önem verir ve kendisi de çok okurdu. Bilgili her kişiyi BMM’ne getirmiş ve sofrasına davet etmiştir. Yusuf Hikmet Bayur der ki : “ …onun kendine öz bir danışma yolu vardır. Yapmak istediğini önce, bazen işin esasını hiç belli etmeden ve nazari şey üzerinde konuşuyormuş gibi, sofrada söz konusu ederdi. İçki ağızları daha kolay açtığı için leh ve alehte söyleyenler olurdu, konuşanların özel düşünce ve inançlarını bildiğinden söylediklerini ona göre değerlendirirdi.” “tartışmaların kızışmasını, hele o işten anlayanların ne olursa olsun konuşmalarını isterdi ve bunu yapmayanlara kızardı: “Bilir, ancak bildiğini ortaya koymaz, ne yapayım böyle adamı” dediği olurdu.”
Sofrasında ağırladığı, misafir ettikleri kişiler, günün konusuna göre değişkenlik gösterirdi. 1)Her günlük, 2)Günü birlik konuklardır. Çocukluk arkadaşı Nuri Conker müdavimlerden sayılırdı. Gözü her zaman onu arardı. İsmet Paşa, Dr.T.Rüştü Aras ve Şükrü Kaya gerektiği zaman, hangi saatte olursa olsun sofraya gelebilirlerdi. Bunun dışındakiler izinsiz ve davetsiz gelemezlerdi. Davetliler akşam saat sekiz sularında Atatürk’ün isteği üzerine başyaver tarafından not alınarak telefon ile çağrılırdı. Günü birlik konuklar o gün veya günlerin konusuna uygun olarak seçilirdi.
Kılıç Ali : “O sofradan neler, kimler gelip geçmiştir. Asıl bahtiyarlık o sofradaki yerini, sonuna kadar, sendelemeden salabetle muhafaza edebilmekte idi” demektedir.
Emrinde bulunanları sofrasında öteki misafirlerin yanında oturtup sohbetlere karıştırtmak pek adeti değildi. Onun için iş başka, sohbet başka şeydi. Hele onlara içki ikram ettiği hiç olmazdı. Teklif edilmesi dahi, bir deneme, yoklama anlamına geldiği bilinmekte idi.
“Sofrada duruma hep o hakimdi. Çok içilen akşamlarda dahi içkinin etkisinde kalmayan, yemek sonuna kadar canlılığını muhafaza eden tek kişi idi.” Der Arnold Toynbee (Guardian Gazetesi Muhabiri).
Hasan Cemil Çambel: “Bu sofra bir sevgi yuvası kadar, bir akademiye benziyordu. Çünkü burada sık sık ilim, sanat ve umumiyetle kültür bahisleri konuşulur, objektif görüşler, realiteler sıra sıra geçerdi. Güzel sanatlar, şiir, musiki Atatürk’ün sevdiği ve zevk aldığı konulardı. Bu sofra aynı zamanda, onun bir yaratma kaynağı, inkilaplarının bir tershanesi ve kendi ideallerine göre milli mukadderatı yeniden dokuduğu bir tezgahtı. Kemalizm burada önce fikir, sonra söz, sonra beden oldu. Atatürk inkilapları burada yaratıldı ve burada onun büyük soluğunda doğdu.” “Bu sofra hikmetle realitenin kaynağı bir pınardı”.
Bu sofra hakkında en speküle edilen mesele sofranın hep içkili olduğuna dairdir. Okumayan, araştırmayan yani kısacası cahiller ve din yobazları konuyu zaman zaman gündeme taşıyarak alehte propoganda unsuru yapmayı çok severler. Bu sofrada bulunanların ağzından bazı ifadeler :
Dr.Tevfik Rüştü Aras (Sy 13) : “Ciddi işler konuşulduğu zaman Atatürk’ün yanında kahveden başka bir şey içilmezdi. Hele alkol asla bulundurmazdı.”
Süreyya Yiğit (Sy.22) : “ Atatürk, büyük işler hazırlarken asla alkole iltifat etmezdi. Nitekim Erzurum da iken biz içerdik. Teklif ettiğimizde kabul etmez, yalnız kahve içerdi.”
Halide Edip Adıvar (sy.45) : “ Mustafa Kemal Paşa, bu ilk aylarda (1920), hatta daha sonraları, nazik anlarda, kendisiyle çalıştığım zaman, daima dürüst, daima içkiye karşı nefsine hakimdi.”
Ruşen Eşref Ünaydın (Sy.65) : “Ordusunun bilfiil başındayken ağzına bir damla içki sürdüğünü ben görmedim… Sakarya, Afyonkarahisar, Dumlupınar ve İzmir’e giriş içkisizdir.”
Ali Fuat Cebesoy (Sy.98) : “Gazi, ciddi kararlar arifesinde daima içkiden ve fazla yemekten içtinap ederdi (kaçınırdı).”
Falih Rıfkı Atay (Sy.106) : “Savaş ve devrim günlerinde, meseleler konuşulduğu sırada hiç içmez veya pek az içerdi.”
Ruşen Eşref’in aktardığı Atatürk’ün kendi sözleri : “Benim adım çok içer diye çıkmıştır. Bunu siz de duymuş olacaksınızdır. Filhakika ben, öteden beri içerim; içkiyi severim. Fakat istediğim zaman bunu keserim. Vazifem esnasında bir damlasını ağzıma koymam. Vatan işlerime içki karıştırmam, içki, sadece benim keyfim içindir. İçki yüzünden vazifemi bir an geri bıraktığımı hatırlamıyorum. …… Birbirine tesiri dokunacak yerde vazifeyi elbette kayfe tercih etmeli, vazifeye tesiri dokunursa, içkiyi behemehal kesmeli.”
“Alkolun tesiri altında kalanlara da fazla rahatsız olmamaları için hemen izin verirdi. Esasında sarhoşluktan hiç hoşlanmazdı” diyor Cevat Abbas Gürer.
“Atatürk hiç içki kullanmamışlarla şakalaşır fakat zorlamazdı. Sofrada bulunan herkesin içki içme zorunluluğu yoktu ve bunu da açık olarak ifade ederdi” demektedir Hasan Reşit Tankut.
1926 yılında, İzmir Suikastı planlandığı yıl, İzmir Naim Palas’ın alt katında kalabalık sofrada : “Açın… Kapıları ardına kadar açın. Ne var millet görsün ve bilsin ki, işte böyle yemek yiyoruz, böyle içki içyoruz!... Merak edenler önce birikirler, bakarlar, sonra görürler, anlarlar ve kendi işlerine giderler” demiş. Gerçekten de öyle olmuş demektedir Ruşen Eşref Ünaydın.
Falik Rufkı Atay dan bir alıntı : “ İzmir Kordonboyu’ndaki evinin salonuna büyük bir sofra kurulur. Davetliler tamam olup oturulacağı vakit sokakta biriken halkın içerisini seyrettiğini gören vali perdelerin indirilmesini emreder. Atatürk der ki : ‘Vali bey, dışarıdaki halk acaba bizim ne yaptığımızı sanıyor? İçki içtiğimizden şüphesi yok. Fakat şimdi masa üstünde kadın da oynattığımızı ve kim bilir daha neler yaptığımızı zannedecekler. İçki içmekten başka bir şey yapmadığımızı görmeleri için perdelerinizi açtırınız”.
Peki neydi bu sofranın özellikleri :
Hüsrev Gerede : “eski şairlerimizin “işi nuş” dedikleri bir içki ve sefahat toplantısı değildi; bu sofra değerli, seciyeli, fedakar arkadaşları, devlet ve inkılap adamları için bir mektepti. Direktifleri burada verir, …..büyük işlerin projelerini burada telkin eder, tarih, dil, kültür münakaşalarını burda yapmaktan hoşlanır; ilmine, kafasına güvendiği arkadaşlarını burada adeta imtihana çekerdi.”
“… ara sıra saz takımını çağırtır, eski Mabeyn hafızlarından olan hanendelere Kur’an okuturur ve bu lahuti sesi, ekseriya gözyaşlarıyla dinlerdi.”
Hamdullah Suphi Tanrıöver : “Hususi hayatında, en küçük, en naçiz arkadaşlarına, sofrasından ayağa kalkacak kadar nazik bir ev sahibidir. Resmi sıfatlarını bir köşeye bırakarak, hafif, deruni sesiyle çok sevdiği memleket şarkılarını, halk türkülerini söylerken kaç defa kendi kendime sorardım : O Mustafa Kemal, bu Mustafa Kemal mi dir?”
Ne severdi ?
Bilhassa Türk yemekleri… Kuru fasulye, pilav, yoğurt.. Bunlar askeri mektepden alışkanlıklar. Bunlardan başka yağ, yumurta ve beyaz peyirden yapılmış omlet, etli taze bamya ve meyvalarda kavun severdi. Rakı yanında leblebi vazgeçilmezi idi. Bir başka vazgeçilmezi de kahve ve sigara idi… Günde 10-15 kahve, 40-50 sigara…
Rakıya başlama zamanı Makbule Atadan tarafından şöyle ifade edilmiştir : “Enver Paşa ile didişmeye başladığı zaman!..”
Cemal Çelebi Granda : Çok neşeli olduğu ve sabaha kadar içilen 10 ağustos 1929 gecesinde bahsederken “Hepsini hesapladım: Üç şişe bira, yarım kilo Dimitrokopolo içti. Milletin ve benim de merak ettiğim içki miktarı bu kadardı. Bira ve rakıdan başka bazen şampanya içerdi. Kazım Özalp’in evinde tam sekiz kadeh kokteyl içtiğini hatırlarım. Bunun adı Napolyon Kokteyli idi . Cin, vermut ve seribrandi liköründen yapılmıştır”. Gündüzleri alkol kullanmaz, çok sıcak günlerde 1-2 bardak bira içerdi. Kimse atatürk’e gündüzleri içki içmek için israr etmezdi. Sabaha kadar içki faslı pek ender di.”
İçkisine en çok karışan, karşı çıkan ve ve içkiden caydırmak için her türlü bahaneyi bulan kişi Umumi Katip Hikmet Baydur imiş. Ancak her girişimi başarısızlıkla sonuçlanmış.
Cemal Çelebi Granda : “ Büyük Nutku yazarken tam 3 ay kendi isteği ile içkiyi boykotunu benimle birlikte bütün çevresindekiler de şaşıp kalmışlardı” demektedir.
İşte sizlere bir vatan ve millet kahramanının en fazla speküle edilen sofrasından yansımalar. Bu konuyu bunca zaman speküle eden şahıslar da O'nun kadar toleranslı, nüktedan, vatan sevgisi ile dolu, dürüst ve iyi ahlaklı olabilseler. Ama hepimiz biliyoruz ki bu kişiler daima “duygusal” değerlere önem vermektedirler.
Hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum ...
KAYNAK :
Oğuz Atay : Atatürk’ün Sofrası. Truva Yayınları, İstanbul 2005.